canım çok sıkılınca yaptığım şey. ışıkları kapatıp halıya yatıyorum ve ölmeyi bekliyorum. birkaç saat kadar ölmeyi bekledikten sonra ayağa kalkıp yaşamaya devam ediyorum. peki bunu neden yapıyorum? inanmayacaksınız ama normal bir yaşam sürerken sağlıklı düşünemiyorum da ondan. aklıma yatan ve doğru olduğuna inandığım her düşünce ben değişik pozisyonlardayken geliyor. mesela tuvaletteyken tanrının varlığı hakkında inanılmaz hipotezler geliştiriyorum. filozof heykellerinin sıçar pozisyonda olmasını buna bağlarım. kanepeye diklemesine sırt üstü yatıp bacaklarımı halıya değdirmeye çalışmak da en sevdiğim aktivitelerden. durun çizerek anlatayım. evet tam olarak şu pozisyon. kendimi istemeden de olsa sik kafalı gibi çizmişim ama yapacak bir şey yok. resim ödevlerimi hep anneme yaptırırdım ondan. canım bazen o kadar sıkılıyor ki uyuyamıyorum. mal gibi yatağın içinde bekliyorum. uyumaya çalışmak bana çok saçma geliyor. hiçbir efor sarf etmeden bir şey yapmaya çalışmak benim evrimime tersmiş gibi sanki. yattığı yerden para kazanmak bile daha mantıklı ama yattığı yerden uyumak çok komik. uyumak keşke yatarak değil de ne bileyim böyle bacakları uzatıp oturur pozisyonda sırtı masaya vermeli bir eylem olarak hayatımıza sokulsaymış. niye uyumak için yatağın içine giriyoruz ki? bu bir kural mı. geçen gece ışıkları kapatıp halıya yattım. gözlerimi kapamak benim için sadece göz kapaklarımın atp harcamasına sebep oluyordur. karanlık hep aynı karanlıktı. içinde bulunduğum pozisyon beni düşünmeye itti. bir an, insanların inandıklarına değil inanmadıklarına tanrı dediklerinin farkına vardım. halıdan kafama soğuk girmeye başladı. henüz formüle edilmemiş bir doğa yasası bu. bazen bir arkadaş grubunda bir tanesi çıkar ve der ya: "acaba icat edilmemiş bir şey kalmış mıdır?" diye. sonra düşünürsün, belki de gözlerini kapatırsın. aklına çamaşır makinesi gelir, belki kırmızı bir araba gelir, sonra basit düşündüğünün farkına varıp tesla'ya ulaşmak istersin de olmaz hani. ulaşamazsın? insanların inançları da tıpkı böyle. ulaşamadıklarında boyun bükerler, bilemediklerinde itaat ederler, kavrayamadıklarında sorgulamaktan vazgeçerler. tüm bunlar birleşir ve kocaman bir hiç yaratırlar; buna da tanrı derler. pineal gland'im soğuğa gittikçe alışıyordu. onlar için amip'in balığa, balığın insana dönüşememesiydi tanrı. vücudumuzdaki her atomun ya da fotonun yıldız tozlarından geliyor olamamasıydı tanrı. önceki günün gecesiydi sanırım. 3'e yaklaşıyordu saat. evde herkes yatmış ve bir tek ben ayaktaydım. tuvalete gitmek için oturduğum yerden kalktım lakin parmak uçlarında yürüyordum ki; biri duyup da uykusundan uyanmasın, lambayı da açmayayım ki ışık vurmasın diye. bir odanın kapısını açıp hole girdiğim tam o sırada müthiş bir karanlıkla karşı karşıya kaldım. hayır, olağanüstü veya doğaüstü bir karanlık değildi bu, tüm kapıların kapalı olması ve içeriye tek bir ışık kaynağının girememesinden kaynaklanan açıklanabilir bir karanlıktı bu. fakat kendimi öylesine küçük hissettim ki, tuvaletin kapısına elimi uzattığımda değemedim ve birkaç saniyeliğine kendimi uzay boşluğunda hissedip duvara yaslandım. her şey o birkaç saniyede gelişti. karanlığın içindeydim ve inandığım bir şeye dokunmak zorundaydım. varlığından emin olduğum şeyin var olmaması beni ürküttü. ona dokunamamak beni bir yıldızın sönmesi gibi çökertti. korktum. adeta bir varlık hipotezine ihtiyaç duydum. damarlarımın kana olan ihtiyacı gibi, ruhum bir varlığa ihtiyaç duyuyordu. bunu tüm bedenimle ve varsa ruhumla hissettim. dünya bilindiği gibi 4.6 milyardır var olan bir yerdi. evrenin 13.7 milyar yıldır var olduğu tahmin ediliyordu. insan beyni sonsuzu algılayacak kapasitede olamadığından evrenin sürekli genişlediğini tahmin ediyordu. sonsuzluğun sonunu düşünecek kadar kapasiteye sahip değildi insan uygarlığı ve n+1'in... <<<<<< N.B from Jumbotweet: auto-truncated at 4K characters on index page - Click here or on the "view" link to see entire jumbotweet! http://www.jumbotweet.com/ltweets/view/180463